Türkiye öyle çetrefilli bir resim ki, onu bütünüyle görmek neredeyse imkansız. Yine de ona bakmaktan vazgeçemiyoruz, iki tane değil yüzlerce gözle bakmak, anlamak istiyoruz. Tanıl Bora, bu devasa ve büyüleyici resme bakarken o resmin edebiyattan tarihe, sosyolojiden siyasete anlattığı nedir daha iyi kavramak için bakışını ödünç aldığımız sayılı isimlerden. Onunla aynı noktadan olmasa da aynı yöne doğru baktığımızda gördüğümüz başka bir yer hakkında, Kıbrıs hakkında konuşmak istedik.

Tanıl Bora

Ropörtaj:
Bulut Ünvan

Kıbrıs: Güçlü Bir Keşke


Bulut: Bundan 5-6 sene önce Türkiye’den saygı duyduğumuz gazeteci bir büyüğümüz Işık Kitabevi’nin düzenlediği kitap fuarında konuşma yapmak için adayı ziyaret etti ve bizlere uzun uzun siyasal İslam’ı anlattı. Konuşmasından sonra soru cevap faslına geçildiğinde söz alan bir dinleyici “anlattığınız siyasal durumun içinde Kıbrıs’ı nereye yerleştiriyorsunuz” diye bir soru yöneltince de “yani... ne bileyim. Çok da ilgilendiğim bir şey değil aslında Kıbrıs” diye cevap verdi ve seyirci donakaldı. Sonrasında gazeteci büyüğümüz sözüne “tabii sizlerin istediği gibi bir barış olsun isterim” diye devam edince büyük bir alkış koptu. Ardından “ama dediğim gibi pek de anladığım konular değil, sıkıcı bir mesele biraz” deyince dinleyiciler yine donakaldı. Konuşmayı “her yerde barış olsun, Kıbrıs’ta da” diye bitirip alkışını aldı ve izleyenler sessizce dağılırken o da uzatmadan etkinlik alanından ayrıldı. O gece orada olsaydınız kimin yerinde olmak istemezdiniz; gazetecinin mi, seyircilerin mi?

Tanıl Bora: Herhalde ikisinin de yerinde olmak istemezdim. Seyircilerde, hayal kırıklığı ve önemsenmemenin burukluğu, hatta belki aşağılaması... Gazeteci için, ofsayta düşme hissi ve karşısındakilerin “farkında” olmamanın yaratacağı mahcubiyet... Fakat tabii gazetecinin yerinde olmak, daha beter. Çünkü çizdiğiniz tablodan anladığım, kendisi pek de rahatsızlık hissetmemiş, mahcup olmamış. Biz onun adına mahcup oluyoruz. En kötüsü de odur, değil mi...

Bulut: Kıbrıs söz konusu olduğunda temsil gücü zayıf bazı sol örgütler ve Kürt hareketi haricinde kendini sol, sosyal demokrat ve sosyalist diye anan neredeyse tüm grupların devlet çizgisinde hizalanmasını ve adadaki sol gruplarla dayanışmamasını nasıl okumak gerek?

Tanıl Bora: Az evvel sorduğunuz sorunun cevabıyla bunun cevabı komşudur. Her şeyden önce, milliyetçiliğin gücü... Milliyetçi olmadığını düşünenlerin  bile çoğunun, bu zihniyet kalıbının dışına çıkamaması... Türkiye’nin Kıbrıs üzerindeki “kontrolünü”, hayli ksenofobik bir “anti-emperyalist” kavramının şemsiyesi altına sığınarak, sorgulamama eğilimi... İlaveten, Kıbrıs’ı bir “taşra” olarak görerek küçümseme... Dahası, milliyetçiliğini zihniyet kalıbını iyice içselleştirerek, “anavatana muhtaç” bir “asalak” taşra olarak görme eğiliminin yaygınlığı... Daha da genel olarak,  Türkiye de sol da dahil okur-yazar kamuoyunun “dışarıya,” dünyaya ilgisizliği... Kesif meraksızlık...

Bulut: Kendi özgün kimliğini taşısa da aynı dil alanı içinde bulunan Kıbrıslıtürk edebiyatının Türkiye’de görünürlüğünün bir kaç isimle sınırlı olmasının nedenleri sizce neler?

Tanıl Bora: Bana öyle geliyor ki birkaç isim bile yok.  Bu ilgisizlik-bilgisizlik, konuştuğumuz diğer bahislerle doğrudan alakalı.

6-7 Eylül Olaylarından bir kare (1955)

Bulut: 1974 haricinde Türkiye’nin kolektif hafızasında Kıbrıs’la ilgili neler var?

Tanıl Bora: Sanırım en fazla, “Kıbrıs Türktür Türk kalacaktır” kampanyası, propagandası, yürüyüşleri var. 1950’lerde ve 1960’larda, sol-sağ ayrımı olmaksızın, başta öğrenciler olmak üzere geniş kitleler bununla ajite edilmiş. Türk milliyetçiliğinin popülerleşmesinin bir vesilesi, bir malzemesi olmuş. Yani aslında bir iç siyaset konusu olarak yer ediyor Kıbrıs, Türkiye’nin kolektif hafızasında. Kıbrıs’ın tarihinin, coğrafyasının, toplumsal yapısının, edebiyatının falan merak edilmemesinin nedeni de bu. Kıbrıs’ın kendisi fazla ilgilendirmemiş Türkiye’dekileri; Kıbrıs’ın, bir milli çıkar konusu olarak “fonksiyonu” ilgilendirmiş.

Kıbrıs, imparatorluk kaybı travmasını canlandıran ve bir yandan da telafi vaat eden bir “başlık,” Türk milliyetçiliği için. Adeta, yitirilmiş imparatorluğun sanki bir defa daha yitirilmesi, kopmuş parçanın bir daha koparılması gibi bir tehdit algısını besliyor... Ve bir yandan da, bir rövanş, bir geri-dönüş, bir “istirdat” (geri alma) hevesine can veriyor. Kıbrıs’ın, kendisi olarak bir hükmü yok. Bu “milli duygu” rejimi içinde temsilî bir işlevi var.

Bulut: Kıbrıslıtürk sol/ ilerici çevreler talep ettikleri dayanışmayı sağlamak için Türkiye’de ne gibi faaliyetlerde bulunmalı, nasıl bir yol izlemeliler?

Tanıl Bora: Bir formül söyleyemem tabii. Etkileşim kanallarının çoğalmasını ummalı. Türkiye’deki gözü kulağı açık yayın organlarına daha fazla yazmalı, mesela.

Dipesh Chakrabarty, Avrupa'yı Taşralaştırmak (Dergah Yayınları)

Bulut: Sizce ileride, adadaki post-nasyonal sol hareketlerin Türkiye solu için de bir model oluşturması ihtimalinden söz edilebilir mi?

Tanıl Bora: Buna kuvvetli bir keşke diyebilirim! Çeperin merkezi etkilemesi, merkez-taşra ilişkisinde etki okunun yön değiştirmesi, mümkün ve hayırlıdır. Maduniyet Çalışmaları okulundan Dipesh ChakrabartyAvrupa’yı taşralaştırma” kavramını ileri sürmüştü. Kastettiği, Avrupa’nın / Batı’nın “uygarlık” ve modernite adına oturduğu merkez konumunu sorgulamak, hedeflenen modernlik/uygarlık ütopyası açısından orayı ideali /” doğruyu” temsil etme konumundan çıkarmak, o ütopyaya halihazır uzaklığını gözeterek orayı da taşra olarak “bilmek”ti. Türkiye’yi “asıl”, Kıbrıs’ı tabi ve “fer’i” olarak düşünmekten sıyrılmanın, Türkiye’dekiler için de terbiyevî bir etkisi olabilir. Hepimiz taşrayız!

Bulut: Kıbrıs denince sizin zihninizde nasıl bir resim canlanıyor, aklınıza sorunundan başka neler geliyor?

Tanıl Bora: Buna epey dağınık bir cevap vereceğim.

Öncelikle Kıbrıs Cumhuriyeti’ni, Güney’i, Rum-Kıbrıs’ı, nasıl tanımlayacaksanız, hiç gitmediğim ve temasım olmadığı için bilmiyorum. Bilgim, görgüm, nasıl tanımlayacaksanız, KKTC küresi ile, Kıbrıslıtürklerle, Kuzey’le sınırlı.

Aklıma öncelikle Kıbrıslılar geliyor, insanlar. Hem tek tek somut insanlardan bahsediyorum; Kıbrıslı birçok arkadaşım, ahbabım var. Düzenli veya ara ara haberleştiğim. Oraya gidince gördüğüm. Hem de genel olarak Kıbrıslılardan söz ediyorum. Kıbrıslıların, Akdenizli klişesini doğrulayan rahatlığı, yumuşaklığı geliyor – klişeler biliyorsunuz bir nebze hakikat barındırmak gibi bir kötü huyları vardır!

Tabii Kıbrıslı şivesi geliyor. Türkçenin sevdiğim şivelerinden biri. O fasılda, tabii muhteşem “Na’pan/na’ban” geliyor; Orta Anadolu’nun “nöğruyon”una tekabül eder, her şeyi birden soran kompoze bir soru.

Kıbrıs Karma Futbol Takımı (1957)

Yakın Doğu Üniversitesi geliyor, birkaç ay önce kaybettiğimiz kıymetli hocamız Ümit Hassan geliyor.

Işık Kitabevi ve Nahide Hanım geliyor; ortam yaratan, “mahfil” niteliğinde bir kitabevi.

Omorfo geliyor, (Kuzey) Kıbrıs’ın en sevdiğim, gözüme en güzel görünen bölgesi.

Yazılarını öğrenerek, düşünerek okuduğum Mehmet Yaşın ve Niyazi Kızılyürek geliyor.

Siyasi taşlamanın mahir bir ustası olduğunu düşündüğüm Arif Hasan Tahsin’in yazıları geliyor.

Futbolda, “birleşik cumhuriyet” döneminin “karışık” milli takımı geliyor.

Ancak Adana’nın rekabet edebileceği feci sıcak geliyor.

Bulut: Ulus Baker’le laflarken konu hiç Kıbrıs’a gelir miydi?

Tanıl Bora: Gelirdi elbette. Dipkarpaz’da yaptığı askerlikten hatıra bile anlatırdı! KKTC yönetiminin Kıbrıslı kimliğini reddedişine, içten bir kızgınlık duyardı – bu onun için önemli bir konuydu.

Ulus Baker

RÖPORTAJ ARŞİV

03-Eylül '23

03-Eylül '23

03-Eylül '23