Alize Cansever
Ekmek Arası Düşünceler
EMAILINstagram

CIA Soyut Sanatı İftiharla Sunar

Number1A, Jackson Pollock, 1948

Yetişkin hayatımın ve sanat eğitimimin çoğunu Jackson Pollock'tan hoşlanmayarak geçirdim. Sanatını çocukların el baskısı ile yaptıkları resimlerle aynı düzeyde bulduğum gibi, onu sadece boyaya erişimi olan alkolik bir adam olarak gördüm. Neden bu kadar yaygara koparıldığını anlayamadım, onun abartılmış ve ününü hak etmediğini düşündüm. Sanatçılar ömürlerini yaptıkları sanat için köle gibi çalışarak, deneyler yaparak, yeni şeyler deneyerek geçirirken, o ağzında sigarayla tuvale boya atmasıyla tanınıyor. Onu sanat tarihinde Michaelangelo, Caravaggio, Monet, Van Gogh ve sanat, kültür ve tarih algımızı şekillendiren daha birçok sanatçıyla birlikte anmak bana haksızlık gibi geliyordu.

Pollock'un gündeme geldiği bir örnek Sanat Felsefesi dersimdeydi. Görkemli ve ustaca bir sanat dönemi olan Sürrealizmi bitiriyorduk ve birdenbire Soyut Dışavurumculuk (Ekspresyonizm) ortaya çıktı. Temel olarak, Sürrealizmi içindeki bütün güzelliklerden arındırıp, sadece sanatın bilinçaltından gelmesi gerektiği fikrini korudular. İki tür Soyut Dışavurumcu vardır, biri doğaçlama yapan aksiyon ressamlarıdır, büyük fırçalar ve büyük jestler kullanırlar. Sanatçı, dürtülerini doğrudan tuval üzerine uygulayabilir. Öne çıkan bazı isimler Franz Kline ve Norman Bluhm. Diğer tür sanatçılar ise geniş renk alanlarına sahip basit kompozisyonlar yaratan, normalde az renk ve minimal doku kullanan sanatçılardır. Aksiyon ressamlarına kıyasla daha düşünceli ve meditatif bir bakış açısına sahip olan bu sanatçılar arasında Mark Rothko ve Clyfford Still gibi isimler yer alır. Bu sanat akımı, modern ve çağdaş sanatın yanı sıra performans sanatı için de bir dönüm noktası olduğu için önemli. Ancak bu, bana hiçbir şey hissettirmediği ve düşündürmediği gerçeğini değiştirmiyor. Ve bu (benim için sözde) sanat akımı üzerine dersimiz devam ederken, günün adamı Jackson Pollock'a geldik.

Eserleriyle bir kez daha karşılaştığımda çok sinirlenmiştim. Neden bu kadar ünlü olduğunu bir türlü anlayamıyordum. Dersten sonra bir sanat akımı ve bu akımdan bir sanatçı seçip sunum yapmamız istendi. İşte bu benim dönüm noktam oldu. Konu olarak Soyut Dışavurumculuk ve Jackson Pollock'u seçtim. Ya sınıf arkadaşlarım da benimle birlikte ondan nefret etmeyi öğrenecekti ya da ben neyin onu bu kadar özel yaptığını keşfedecektim. Karşılaşacağım süprizi tahmin bile edemezdim.

1912'de Wyoming'de doğan Pollock, Soyut Dışavurumculuk akımının önde gelen sanatçılarından biriydi. Henüz hayattayken Avrupa sanat dünyası tarafından tanınan ilk Amerikalı ressamlardan biri olmasının yanı sıra, kişisel ve tavizsiz resme olan bağlılığı nedeniyle kendi toplumu tarafından da saygı gördü. Pollock agnostik olarak yetiştirmesine rağmen, Los Angles'taki Manual Arts Lisesi'nde ilahiyat ve teolojik literatürle ilgilenmeye başladı ve daha sonra New York'taki Art Students League'de eğitim aldı. 1935'ten 1942'ye kadar WPA Federal Sanat Projesi için çalıştığı süre boyunca, onun gruptaki diğer sanatçılarla yaptığı deneylerin sonucunda damlama tekniğini (Drip Technique) geliştirdiği düşünülmektedir. Onu meşhur eden damlama tekniği tam da söylendiği gibi, üzerine boya damlatılmış bir tuvalden ibarettir. Ancak, bilmediğim şey Pollock'un damlatma tekniği içermeyen eserler de ürettiğimiş. Gerçeği söylemek gerekirse, bunları oldukça hoş buldum. Artık onun gerçekten de kariyeri için gerekli zaman ve çabayı gösterdiğini biliyordum. Daha önce beni rahatsız eden şey, eserlerinin ne kadar az çaba gerektirdiğiydi ve başka bir şey yapamayacağını düşünmüştüm. Ama meğer yapabiliyormuş, sadece yapmamayı seçmiş. Buna saygı duyabilirim.

Araştırmamın ilerleyen aşamalarında alkolizmin Pollock için gençlik yıllarından beri bir sorun olduğunu, hatta bağımlılık ve depresyon nedeniyle askerde çürüğe çıkarılmış öğrendim. Daha 26 yaşındayken sinir krizi geçirerek akıl hastanesine yatırılmış. Akıl hastanesinde kaldığı süre boyunca da Jung psikoterapisi görmüş. Bunun, bilinç ve bilinçaltı arasında bir denge ve anlayış yaratmayı amaçlayan analitik ve ayrıntılı bir yaklaşım olduğunu öğrendim. Yaratıcısı İsviçreli psikiyatrist Carl Jung, bilinçaltının psikolojik gelişimi sağlayan kaynak olduğuna inanıyordu. Pollock, terapisi sırasında sanatı iç kargaşasını ve duygularını doktorlarına ifade etmenin bir yolu olarak kullanmaya teşvik edildi. Sözlü terapiyle birlikte, renklerin, tonların, dokuların, şekillerin ve kontrastların kullanımı Pollock'un içsel benliğini yansıtacak şekilde analiz edildi ve yorumlandı. Bu bilgi, Pollock için sanatın ne anlama geldiğini fark etmemi sağladı ve böylece onu kabul etmeye ve anlamaya başladım. Kendimi ifade edememe ve bunun yerine sadece bir şeyler yaratma hissi bu kadar tanıdıkken nasıl anlamayabilirdim ki?

Araştırmamın son bölümüne geldiğimde, yanlış okumuş olabileceğimi düşündüm. Ama hayır, bilgi tam önümde duruyordu. ABD'nin "ilk savunma hattı" olan Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA), Soğuk Savaş'ta Soyut Dışavurumculuğu bir silah olarak kullanmıştı. Ne alaka? (Sonra öğrendim ki çok alaka). Ama biraz düşündükten sonra bunun Amerikalıların yaptığı en garip şey olmadığına karar verdim ve araştırmaya devam ettim. Soğuk Savaş sırasında CIA, Sovyet Sanatının katı kuralcılığını karşıt olarak Amerikan özgür düşünce ve ifadesinin propogandasını yapmak için soyut sanatçıları finanse etti. Bildiğiniz gibi Sovyet Parlementosu kabul edilebilir sanat konularının proleter, gerçekçi ve partizan olduğunu düşünüyordu. Bunu soyut sanatın parlak renkleri ve rastgele şekilleriyle karşılaştırmanın daha iyi bir yolu olabilir mi? Soyut dışavurumculuk sadece sosyalist gerçekçiliğin tamamen zıttı olmakla kalmıyor, aynı zamanda "Amerikan yapımı" bir sanat akımıydı. Böylece 1952'de CIA, MoMA'ya (Modern Sanatlar Müzesi, New York) Avrupa galerilerine ve müzelerine sanat eserleri ödünç vermeyi içeren "Uluslararası Program"ı finanse etmesi için beş yıllık bir hibe verdi. 1956 yılına gelindiğinde, otuz üç uluslararası sergide Soyut Dışavurumculuk sergileniyordu; bu da gücü, parayı ve etkiyi gösteriyordu. Bu da beni kabullenmenin üçüncü adımına, yani şöhretinin bir nedeni olduğuna dair rahatlamaya getirdi. Elbette CIA planından önce de tanınıyordu ama şimdi ününün boyutu daha anlaşılırdı, çünkü planlanmıştı. Her şeyin nasıl sona erdiğini öğrenmemle, bu "haklıymışım" hissi hemen kayboldu.

Number 28, Jackson Pollock, 1950

Tedaviden ve iki yıl ayık kaldıktan sonra Pollock içkiye geri döndü ve bazı eleştirmenler bunun çalışmalarında daha telaşlı hareketler ve agresif renklerle kendini gösterdiğini düşünüyor. 1956'da Pollock'un kendisi gibi soyut dışavurumcu olan eşi Lee Krasner bir seyahate çıktı ve Pollock evlilik dışı bir ilişki yaşamaya başladı. Sevgilisi ve onun bir arkadaşıyla birlikte alkollü araba kullanırken yaptığı kazada sevgilisinin arkadaşı ile birlikte hayatını kaybetti.

Sonuçta haklı çıkmıştım. Memnun olmalıydım. Abartılmıştı, CIA'in desteğiyle uydurma bir üne sahip olmuş bir adamdı. “Bunlar hep Amerika’nın oyunları” diyebilmeliydim. Ama diyemedim. Onun için üzüldüm ve dünyanın işleyişi beni bir kez daha hayal kırıklığına uğrattı. Bağımlılığı ve zihinsel sorunları olan, propaganda için kullanılan bir adam. Birden onu yeni bir ışık altında gördüm. Sanat dünyasını kendisinin olağanüstü olduğuna inandıran kibirli bir adam değildi. Hayır. Yaratıcı sürecini kendini iyileştirmek için kullanan bir insandı. Kaotik hisslerinin ifade etmek için boya sıçramalarını bir terapi biçimi olarak kullandı. Ona yardım etmeye çalışmak yerine, onu kullandılar. Biraz fazla dramatik olduğumu fark etmiş olabilirsiniz ve belki de abartıyorumdur, ancak bunlar beynimin içinden geçen düşünce ve duygulardı. Onun terapisi olan sanatın basit bir propoganda aracı olarak kullanılmış olması beni derinden üzdü.

Sanırım onunla yaşadığım sorunun temelinde, sanatçı ünvanını "hak etmediğini" düşünmem yatıyordu. Bir kitap hakında kapağına bakarak yargılamak gibi basit bir hatta düşerek, sanatını anlamayınca araştırma yapmak yerine ondan nefret etmeğe karar vermiştim. Bunu yazarken, belki de ona karşı bir tür kıskançlık hissettiğimi fark ettim. Bu kadar basit bir şeyi üretebildiği ve bununla ünlendiği için kıskançlık. Yeteneğini kabul etmiş ve önemli olduğunu düşünmeme rağmen, sıkı çalışmaya olan saygımdan dolayı Pollock'un eserlerinin bu kadar az çaba gerektirdiğini görmek, bana şöhretini ve "sanatçı" unvanını hak etmediğini hissettirmişti. Ama ben kimim ki kimin sanatçı olup olmadığına karar vereyim?

Yine de, şimdi onun hakkındaki tüm hikayeyi bildiğim için, onun bir sanatçı olduğunu hissediyorum, çünkü benim için sanatçı, içsel benliğini ve ruhunu fiziksel dünyada bir yaratımla ifade eden biridir. Yaratım sürecinin Pollock için ne anlama geldiğini öğrendiğimde, onu anlayabiliyorum. Bana göre o aşırı abartılı bir sanatçı değil, yaratım sürecini duygu ve düşüncelerinin üstesinden gelmek için kullanan biriydi. Ve bunu kesinlikle kabul edebilirim.

Martha Holmes tarafından Jackson Pollock, Nisan 1949, New York

                         

Yeni sayımızdan haberdar olmak için kaydolun.
Thank you! Your submission has been received!
Oops! Something went wrong while submitting the form.

YAZILAR

03-Eylül '23

03-Eylül '23

03-Eylül '23